Öyle bugünkü gibi sadece birkaç gün tatil değildi.
Haftalar öncesinden başlardı heyecanı, telaşı, tatlı yorgunluğu. Herkesin evinde ayrı bir hazırlık, ayrı bir sevinç olurdu. Sanki tüm mahalle aynı kalpten çıkmış gibi atardı.
Biz bayrama hazırlanırken öyle herkes kendi köşesine çekilmezdi. Hep beraber hazırlanırdık. Annemiz mutfakta sabahın erken saatlerinden itibaren işe koyulurdu. Evi saran mis gibi yemek kokularıyla birlikte neşe de yayılırdı evimizin her yanına. Biz de kardeşlerimle el birliğiyle evin her köşesini siler süpürürdük. Perdeleri yıkar, ütülenir takılırdı. Oda takımlarımız vardı el emeği dantellerden oluşan onlarıda özenle yıkar ütüler vitrinlerimizin içine, sehba ve masalarımıza sererdik. Evimizin daha güzel ve şık görülmesi için. Kurulan sofralara yardım ederdik. Tüm ailenin bayramlıklarını bir bir ütüler hazırlar, hepsini özenle asardık dolaplara. Birlikte yapılan her işin içinde bir neşe, bir paylaşım vardı.
Bayram sabahı erkenden uyanırdık. En güzel kıyafetlerimizi giyer, ayna karşısında heyecanla son bir kez kendimize bakar, sonra hemen büyüklerimizin ellerini öpmek için sıraya girerdik. Kahkahalar arasında yapılan kahvaltılar, evimize gelen misafirlerle dolup taşan sohbetler… O gün sadece ev değil, gönlümüz de bayram olurdu.
Bayramlar aynı zamanda komşuluktu. Kapı kapı gezip “iyi bayramlar” dilemenin samimiyetiydi. Tanımadığımız evlerin zillerini bile çalardık biz çocukken. Her kapıdan bir şeker, her kapıdan bir tebessüm düşerdi avuçlarımıza. Şimdi ise aynı apartmanda oturduğumuz insanların bile farkında değiliz. Kapılar kapalı, gönüller biraz mesafeli…
Artık çocuklarımız dışarıda şeker toplayamıyor, çünkü bizler bile birbirimize güvenemez hâle geldik. Oysa biz gönül rahatlığıyla sokaklarda koştururduk bayram sabahları. Cebimizde mendile sarılmış birkaç kuruş bayram harçlığı, elimizde bir poşet şekerle en büyük zenginlik bizde sanırdık.
Bayram sofraları da bambaşkaydı o zamanlar. Baklava mı dersin, sarma mı, börek mi… Her evde benzer şeyler yapılırdı ama her birinin tadı farklı olurdu. Çünkü içine gösteriş değil, sevgi katılırdı. Şimdi sofralar daha gösterişli belki ama o eski sıcaklık, o “gel hele bi tabak al” diyen içtenlik yok gibi…
Zaman değişti, evet. Bizler de değiştik. Ama bayramın asıl ruhunu; yani paylaşmayı, sevmeyi, hatırlamayı, affetmeyi kaybetmemeliyiz. Çünkü bayram, sadece giyinmek, gezmek, fotoğraf çekmek değil… Bayram, bir araya gelmek, gönül almak, dargınlıkları unutmaktır.
Belki şimdi yeniden başlama zamanıdır.
Bir mesaj yerine bir telefon açalım bu bayram.
Bir story yerine bir ziyaret yapalım.
Bir tatil planı yerine bir aile sofrası kuralım.
Ve çocuklarımıza, bayramın sadece bir tatil değil; sevgiyle örülmüş, muhabbetle yoğrulmuş bir gelenek olduğunu hatırlatalım.
Herkesin çocukluğundan bir şey bulacağı, yüzünde tebessüm, yüreğinde huzur bırakacak bir bayram diliyorum.
Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öpüyorum.
Bayram sofralarınızdan sevgi, evlerinizden bereket, kalplerinizden muhabbet eksik olmasın…
“Bayramlar yaşatıldıkça güzel.”
Fikriye Ayrancı Keper
Belçika-Genk, 2025