Ölüm, insanın kalbine sessizce dokunan en derin hakikattir. Bir evin içinden bir can göçtüğünde, o evin duvarları bile susar; sandalyeler eksilir, sofralar mahzunlaşır. Fakat ne var ki, bu sessizliğin içine zaman zaman yemek kokuları, pide telaşı, ayran ve tatlı ikramı hazırlıkları karışır. Evden çıkan cenazenin ardından, mutfağa koşuşturan eller, bu hüzünlü anı bir “ikram telaşına” dönüştürür.
İşte bu noktada hâlâ sorulması gereken soru geçerlidir:
“Cenaze evi ağlarken, yemekte neyin nesi?”
Öncelikle olaya fıkhi olarak baktığımızda
İslam âlimleri, cenaze evindeki yemek telaşının dinin ruhuna uygun olmadığını vurgular. İbn Âbidîn şöyle der:
“Cenaze sahiplerinin taziye için gelenlere yemek hazırlaması mekruhtur; çünkü bu, acı içindekilere ek bir sıkıntı verir.”
¹ İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II/240.
Tirmizî ise sünnetin yönünü şöyle bildirir:
“Ca‘fer ailesine yemek hazırlayın; çünkü başlarına bir musibet gelmiştir.”
² Tirmizî, Cenâiz, 21 [998].
Bu deliller, cenaze sahiplerinin yemek yükümlülüğü olmadığını, sorumluluğun komşulara ve topluma ait olduğunu gösterir.
Hadisler ve Sahabe Uygulamalarına baktığımızda;
- Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Cenaze sahibine yük olmayın. Onlara yemek yapın, çünkü onlar şu anda meşguldür.”
³ Ebû Dâvûd, Cenâiz, 27.
- Hz. Ca‘fer b. Ebî Tâlib’in vefatı:
“Ca‘fer ailesine yemek hazırlayın, zira onların başına musibet gelmiştir.”
⁴ Tirmizî, Cenâiz, 21.
- Hz. Ömer (r.a.):
Rivayete göre, yakınını kaybettiğinde yemek pişirmemiş; “Bizim acımız büyük, başkaları yesin içsin diye uğraşamayız.” demiştir. Medine halkı yemek hazırlayarak aileye destek olmuştur.
⁵ İbn Sa‘d, Târih, vd. - Hz. Âişe (r.a.):
“Cenazeden sonra yemek hazırlamak bid‘attır. Resûlullah zamanında ne biz ne de sahabe böyle yapardı.”
⁶ İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II/240.
- Tabiin dönemi örneği:
Hasan-ı Basrî, Basra halkının cenazelerde ziyafet vermeye başlaması üzerine şöyle demiştir:
“Cenazede yemek dağıtmak, ölümü tefekkür etmeyi unutturur.”
⁷ Hasan-ı Basrî, Vefeyât ve Risaleler, vd.
Bu deliller, cenaze evinin manevi destek, sabır ve tefekkür yeri olduğunu gösterir.
Türk Geleneği ve Osmanlı Geleneğinde ise;
Bir halk hikâyesi şöyle anlatılır:
“Komşular, sessiz adımlarla acılı ailenin evine girerler. Ellerinde ekmek ve biraz çorba vardır; evin içinde sofra yoktur. Anne gözyaşlarını silerken, komşular yalnızca başını öne eğip dua eder. Dışarıda ise cenaze evi sessizlik ve matem içinde titremektedir.”
Türk geleneği , Osmanlı geleneğinde ise;
Osmanlı’da cenaze evine yemek taşımak komşuluk görevidir; evin ocağı sönmüştür ve cenaze sahipleri yemek hazırlamazdı. Kadınlar ve mahalle halkı bir araya gelir, yemekleri sessizce bırakır, ancak sofra kurulmaz, yemek konuşulmazdı.
⁹ Osmanlı Tarihi ve Sosyal Gelenekler, vd.
Modern Dünyada Cenaze Evi Uygulamalarına baktığımızda ise;
Günümüzde bazı bölgelerde cenaze evlerinde büyük sofralar kurulmakta, pide, tatlı ve içecek ikramları adeta bir merasim hâline gelmektedir.
Olumlu yönü: Uzak akrabalar ve komşuların açlıklarını gidermek ve dayanışmayı göstermek için bir araç olabilir.
Olumsuz yönü : Ölümün tefekkür ve ibret yönünü gölgeleyebilir; cenaze evinin manevi atmosferini gündelik telaşlarla doldurabilir.
İslam’ın ilk döneminden Osmanlı’ya kadar süregelen “cenaze evinde manevi huzur ve tefekkür” geleneği ile karşılaştırıldığında, modern uygulamalar dikkat çekicidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Cenaze evi, nefsin öldüğü, ölümün acı yüzünün bizzat hissedildiği ruh sofrasıdır, mide sofrası değil!
Cenaze, bir sofra zamanı değil, bir sabır ve tefekkür zamanıdır. Ölümü vesile ederek nefsi memnun etmek yerine, insan bir anlığına dünyadan sıyrılıp ebediyetin kapısına bakmalıdır.
Cenaze evinde pişmesi gereken tek şey, midenin değil, kalbin sabrı ve ruhun huzurudur.
İbrahim Küçüker



Köşe Yazısı / Abartı
Köşe Yazısı / Bir Gün
Köşe Yazısı / Dolmuş
Köşe Yazısı / Sevginin Fısıltısı, Paranın Gürültüsü
Köşe Yazısı / Gerçek
