Hepimiz birbirimize “Seviyorum” diyoruz. Ama artık bu kelime kalpten değil, yalnızca bir yankıdan doğuyor. Paranın sesi, sevginin en narin fısıltılarını boğuyor. Gözlerimizin feri, cüzdanın kalınlığını ölçerken sönüyor; parası olmayanın sözü, modern dünyanın rüzgârında savrulup gidiyor. Sevgi artık bir duygu değil, bir alışveriş biçimi, bir hesap defteri, bir menfaat matrisidir.
Türk edebiyatı bize bu boşluğu hatırlatıyor. Tanpınar’ın sessiz aynasında: “Her şey ben yaşarken oldu, ben yokum ortada.” Biz varız, ama eksik; “seviyorum” deriz, ama hissetmeyiz. Orhan Veli’nin “Anlatamıyorum” dediği suskunluk, modern kalplerin paraya ve makama yenik düşen fısıltısıdır. Cemal Süreya, aşkı hem tutkulu hem acılı bir şair diliyle hatırlatır: “Sevgi, bir nefes kadar kısa, bir ömür kadar derin.” Ama bugün, modern insan kalbin derinliğini unutur; sevgi, menfaatin gölgesinde gömülür, ruhlar suskunlaşır.
Necip Fazıl hâlâ çağrıda bulunur: “Bir adım at ruhuma, karanlıkta kalmasın.” Ama ışık artık altın sarısı değil, soğuk neonlarla parlıyor; aşk yerine menfaat, sevgi yerine çıkar büyüyor. Ahmet Muhip Dıranas’ın “Fahriye Abla”sındaki ulaşılmaz duygular, günümüz dünyasında paranın ve makamın ardına saklanmış; Sezai Karakoç’un “Diriliş” çağrısı, kaybolan sevgiyi hatırlatan bir fener gibi hâlâ yol gösteriyor.
Kazak bozkırlarının bilgesi Abay Kunanbayev der ki: “Akıl, irade ve kalp; bu üçünü birleştirmeyen, eksik insandır.” Kalp paradan yoksun kaldığında susar, irade sevgisiz kaldığında zayıflar, akıl kalpsiz kaldığında sadece çıkar üretir. Bugünün insanı aklını büyütmüş, kalbini unutuşla terk etmiş; vicdanını susturmuş, zekâyı kutsamış. Abay’ın bozkır rüzgârında verdiği öğüt hâlâ taze:
“İnsan, kalbini paranın sesine değil, vicdanın sesine açtığı gün yeniden doğar.”
Kırgız bozkırlarında, Manas dostuna çıkarla değil, onur ve sevgiyle bağlıydı. Güven, altından daha değerliydi. Ama biz bugün dostumuzu paranın gölgesinde tartıyoruz. Cengiz Aytmatov’un dediği gibi:
“İnsanlığın ölümü, insanın kendi ruhunu unuttuğu gündür.”
Azerbaycan’da Hüseyin Cavid, insanlık sevgisinin en yüce din olduğunu fısıldar; bu sevgi, ırkın, dilin, ideolojinin üstündedir. Ama biz o inancı kaybettik; sevgimiz menfaatin geometrisine bağlı. Bozkırdan Karadeniz’e, gönüllerimizde bir boşluk büyüyor. Tatarların Abdulla Tukay’i hatırlatır: “Bilgisizlik cehalettir, ama sevgisizlik ölümdür.” Biz cehaleti bilgiyle, ölümü unutuşla kapatıyoruz; bilgimiz arttı ama kalbimiz susuz kaldı.
Tolstoy insanın neyle yaşadığını sorarken cevabı bulmuştu: Sevgiyle. Dostoyevski uyarır:
“İnsanın en büyük suçu, sevdiğini satın alınabilir sanmasıdır.”
Modern çağda bu suçu her gün işliyoruz. Shakespeare hatırlatır:
“Gerçek sevgi, değiştiğinde yok olan değildir.”
Ama bizde sevgi, menfaat değiştiğinde yön değiştiriyor. Albert Camus ekler:
“İnsan değerlerini kaybettiğinde, özgürlüğünü değil, ruhunu kaybeder.”
Ve gerçekten de: Biz özgürüz, ama ruhsuz. Sözlerimiz var ama anlamları yok; sevgimiz var ama yüreği yok. Artık hepimiz “seviyorum” diyoruz, ama o kelime kalbin değil, çıkarın dilinde dolaşıyor. Sevgi, artık satılamadığı için değil, anlaşılmadığı için yok oluyor.
Belki bir gün, Tanpınar’ın aynasında kendi yansımamızla yüzleşiriz; Abay’ın bozkır rüzgârında akıl, irade ve kalbin uyumunu hatırlarız; Aytmatov’un insanında kaybolan ruhu buluruz; Karakoç’un duasında eksik olan sevgiyi tamamlarız. O gün, paranın, makamın ve çıkarın gölgesinde silinmiş fısıltılar yeniden duyulacak, gönüller sessiz bir dirilişle çarpacak.
Çünkü unutulmamalıdır ki, sevgi satın alınamaz, pazarlanamaz, ölçülemez. O, insanın en gerçek ölçütüdür. Kalpler, ancak merhamet ve sadakatle beslendiğinde büyür; ruh, ancak başkasının acısını kendi acısı gibi hissettiğinde özgürleşir. Paranın, makama, çıkarın hüküm sürdüğü bir dünyada sevgi sessizleşiyorsa, bilin ki insanlık da bir köşede suskunlaşmaktadır.
Ve işte bu yüzden, sevgi hatırlanmalıdır — çünkü insan, sevgiyle hatırladığı gün yeniden doğar. Sevgi kaybolduğunda sadece kalpler değil, tarih, vicdan ve gelecek de kaybolur. Modern dünyanın gürültüsü içinde, fısıltısını dinleyebilenler, insanlığın hâlâ kurtarılabileceğini bilenlerdir.
İbrahim Küçüker



Köşe Yazısı / Abartı
Cenaze Evi Ağlarken Yemekte Neyin Nesi?
Köşe Yazısı / Bir Gün
Köşe Yazısı / Dolmuş
Köşe Yazısı / Gerçek
