Yeni bir yıla girerken milyonlarca çalışanın gözü kulağı asgari ücretteydi.
Açıklanan rakam, kimi için umut, kimi için hayal kırıklığı oldu.
Ancak ortak bir gerçek var ki; asgari ücret daha çalışanların cebine girmeden, etiketler çoktan değişmeye başladı.
Gıdadan kiraya, araç fiyatlarından temel tüketim ürünlerine kadar her alanda adeta bir “zam yarışı” yaşanıyor.
Asgari ücret artışı, emeğin karşılığını bir nebze olsun iyileştirmeyi hedeflerken, bazı kesimler bunu fırsata çevirmekte gecikmedi.
Market raflarında bir gecede değişen etiketler, emlak ilanlarında tırmanan rakamlar, ikinci el araç piyasasında yeniden alevlenen fiyatlar…
Sanki ücret artışı, maliyet değil de zam için bir gerekçe gibi görülüyor.
Oysa asgari ücret artışı, enflasyon karşısında eriyen alım gücünü bir nebze telafi etmeyi amaçlar. Yani bu artış, refah artışı değil, kaybın telafisidir. Daha maaşlar ödenmeden yapılan zamlar ise bu amacın daha baştan boşa çıkmasına neden oluyor.
Sonuç değişmiyor:
Çalışan yine aynı sepeti, hatta belki daha azını doldurabiliyor.
Burada sorulması gereken soru şu: Bu zamların ne kadarı gerçekten artan maliyetlerden, ne kadarı fırsatçılıktan kaynaklanıyor?
Elbette enerji, kira, hammadde gibi kalemlerde artış yaşayan işletmeler var. Ancak her ürüne, her hizmete aynı anda ve benzer oranlarda zam yapılması, ister istemez “vicdan” meselesini gündeme getiriyor.
Toplum olarak zor bir dönemden geçiyoruz. Enflasyon, hayat pahalılığı, geçim derdi artık sadece dar gelirlinin değil, orta direğin de ortak sorunu.
Böyle bir tabloda dayanışma yerine fırsatçılığın öne çıkması, sosyal adaleti zedelediği gibi, toplumsal güveni de aşındırıyor. Bugün yapılan ölçüsüz zamlar, yarın kaybedilen müşteriler ve sarsılan bir piyasa güveni olarak geri dönebilir.
Devlete düşen görev de bu noktada büyük.
Denetim mekanizmalarının etkin çalışması, haksız ve fahiş fiyat artışlarına karşı caydırıcı yaptırımların uygulanması şart. Sadece açıklama yapmak değil, sahada olmak, rafı, etiketi, ilanı kontrol etmek gerekiyor.
Çünkü serbest piyasa, başıboşluk demek değildir.
Vatandaşa düşen ise bilinçli tüketici olmak. Fırsatçılık yapanı tercih etmemek, gerekirse şikâyet mekanizmalarını kullanmak, sosyal medya ve kamuoyu yoluyla tepki göstermek.
Unutmamak gerekir ki, en büyük denetçi bazen tüketicinin kendisidir.
Asgari ücret, bir lütuf değil; emeğin en alt sınırdaki karşılığıdır. Onu daha baştan zamlarla etkisiz hale getirmek, sadece rakamları değil, insanların umutlarını da törpülüyor. Yeni yıla girerken beklentimiz, daha fazla kazanç değil belki ama biraz daha adalet, biraz daha vicdan.
Çünkü zam yağmurunda ıslanan yine aynı insanlar…
Ve soruyoruz: Bu tabloda kazanan kim?



Yaşlılarımıza Saygı: Hayattayken Değer Vermek
Mahalli
Dün Gece Kandildi
Devlet İhya Oldu, Halk İmtihanda
Sanayide Bir Gün
