“Biz Allah’ı bırakıp da bize herhangi bir fayda ve zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra ardımıza mı dönelim? Tıpkı arkadaşları, bize gel, diye çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların baştan çıkararak uçuruma çektikleri ahmak kimse gibi mi olalım?” De ki: “Allah’ın gösterdiği yol yegâne doğru yoldur. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmak emrolundu.”
Evet, biz Allah’ı bırakıpta bize ne fayda ne zarar vermeye güç yetiremeyen acizlere mi dua edelim? Dua dua edileni büyük tanımak, onu büyüklük mevkiine oturtmak, O’nun bizim hayatımızda gücünü, kuvvetini, etkinliğini kabul etmek demektir. Biz daraldığımız, bunaldığımız bir anda birisine dua ediyor ve ondan bir şeyler bekliyorsak, onu imdadımıza çağırıyorsak onu bu işe muktedir kabul ediyoruz demektir. O’nun bu sebepler âleminde müessir olduğunu kabul ediyoruz demektir. Bizler kâinatta her çağıranın çağrısına icabet edecek, her dua edenin imdadına yetişebilecek bir tek varlık biliyoruz O da “Allah’tır”.
Her dua edeni duyan, her duyduğuna icabet edip imdadına yetişen Rabbimiz dururken, O’nu bırakıp da yeryüzünde çağıranın çağırmasını duymayan, duyamayan, duysa bile onun imdadına yetişme gücüne sahip olmayan, ne bize, ne de kendilerine hiçbir menfaat ve zarar sağlama imkânına sahip olmayan bizim gibi aciz varlıklara mı dua edelim?
Daraldığımız zaman, bunaldığımız zaman, aman yetişin ey efendim! Yetiş ey filan ey falan! Diye bizim gibi aciz varlıkları mı imdadımıza çağıralım?
Ki bu varlıklar kendilerine dua edip yardıma çağırdığımız zaman bize hiçbir fayda sağlama imkânına sahip olmadıkları gibi, kendilerini terk ettiğimiz, kendilerini reddettiğimiz zaman da bize hiç bir zarar vermeyeceklerdir. Şimdi biz bu tür acizlere dua ederek böylece Allah bizi hidayete ulaştırdıktan sonra topuklarımızın üzerinde gerisin geriye şirke mi dönelim? Allah bize doğru yolu gösterdikten sonra Allah’tan başkalarını imdadımıza çağırarak müşriklerden mi olalım?
Tıpkı, “Bize gel! Bize gel! Kurtulursun” Diye arkadaşları kendisini hak yola çağırıp dururken, kendisini hidayete çağıran çağırıcılar varken, onu İslâm’a dâvet eden pek çok uyarıcı varken, tevhidi anlatan bu kadar ayet varken, hakkı duyuran bu kadar hadis varken onların çağrısını duymayarak, ayet ve hadislere bakmayarak yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşan, şeytanların şaşırtıp yoldan çıkardığı kimse gibi mi olalım?
Burada anlatılan Hz. Ebu Bekir’in oğludur denmiş. Babası ve arkadaşları kendisini İslâm’a çağırdığı halde bunları duymayan ve şeytan yoluna tabi olup bir türlü İslâm’ı kabule yanaşmayan Abdurrahman anlatılıyor burada demişler. Dün oydu belki, ama kıyamete kadar kendisini hakka çağıran çağırıcılara rağmen onların çağrısına kulak vermeyerek şeytanların dâvetine icabet eden herkes anlatılıyor burada. Sonra da deniyor ki hidayet Allah’ın hidayetidir. Yâni Allah onu hidayete ulaştırmadıkça hiç kimse onu hidayete ulaştıramaz. Hiçbir çağırıcı onun hidayetine sebep olamaz. Aksi de böyledir tabii.
“Allah kimi hidayete erdirmişse artık onu saptıracak yoktur. Allah Aziz ve intikam sahibidir.” (Zümer 37)
Bir başka anlayışla bu tür şaşkın insanları kendi yollarına çağıran pek ok çağırıcı vardır. Ehl-i Kitap çağırıyor:
1400 sene önce Medine’deki Yahudiler ve Hristiyanlar diyordu ki; “Yahudi ve Hristiyan olursanız kurtulursunuz. Bugünkü Yahudi ve Hristiyanlar da diyorlar ki; “Yahudi ve Hristiyan olursanız kurtulursunuz. Günümüzde Yahudi ve Hristiyanlık dünyası diyor ki: “Bakın işte sizin ekonominiz bozuktur, ticaretiniz bozuk, eğitiminiz iflas etmiş durumda, siyasal yapınız bozuk, aile düzeniniz bozuk. Her şeyiniz tefessüh etmiş durumdadır. Tabii önce kendileri bir bozdular hainler, kendi düzenlerini önce bir bozdular, sonra bizimkini de bozdular, bizi böyle bir boşlukta bıraktılar, sonra da diyorlar ki bu durumdan kurtulmak için Yahudi ve Hristiyan olmak zorundasınız, başa çareniz yoktur diyorlar. Ya Yahudi olacaksınız yahut da Hristiyan olacaksınız başka çareniz yoktur diyorlar. Eğer Yahudi veya Hristiyan olursanız tüm bu bozuk düzen hayatınız düzelecek diyorlar.
Önce kendileri bir bozdular, yâni kendileri önce İslâm’dan uzaklaştılar, Yahudi ve Hristiyan oldular. Sonra bize yöneldiler, bizi de bozdular, bizi de İslâm’dan uzaklaştırdılar. Bizi de aynen kendileri gibi yaptılar hainler. Hemen hemen her şeyimizi bozdular, her şeyimizi felç ettiler. Yâni önce bizi sap gibi ortada bıraktılar, sonra da şimdi diyorlar ki: “Bakın her şeyiniz bozuldu, hukukunuz, aile düzeniniz, eğitiminiz, sanayiiniz her şeyiniz iflas etti. Şu anda çıkmazdasınız. Başka çareniz yok bu durumdan kurtulabilmek için Yahudi veya Hristiyan olmak zorundasınız. Bizim gibi olmak zorundasınız.”
Aslında alçaklar bizi olduğumuzdan çok fazla bozuk gösteriyorlar. Kendilerinin işleri yolunda da bizler çok kötü durumdaymışız gibi gösteriyorlar. Mübalağa yapıyorlar, hâlbuki İslâm dünyası onlar kadar bozulmadı Elhamdülillah. Onların hayatı bizden çok daha bozuk aslında. Aile hayatları kalmamış, sosyal hayatları bozuk, insani ilişkileri bozuk, ahlâkları bozuk, her şeyleri bozuk. Kokuşmayan bir tek şeyleri kalmamış, ama şimdi tam yol ayırımına geldiğimiz bir dönemde kendileri gibi bizi de bozup da sap gibi ortada bıraktıkları bir dönemde diyorlar ki: “Eğer Yahudi ve ya Hristiyan olursanız her şeyiniz düzelecek, başka da çareniz yoktur diyorlar. Ortak pazara gireceksiniz başka çareniz yoktur. A.E.T’ye üye olacaksınız, İ.M.F’nin denetimine gireceksiniz, gümrük birliğine gireceksiniz, her şeyinizi değiştireceksiniz, her şeyinizle bize teslim olacaksınız başka çareniz yoktur” diyorlar.
E bunu denedik biz. Bu dediğinizi yıllardır denedik biz. Yıllardır her şeyimizi değiştirdik bunlar hatırına. Yazımızı değiştirdik, hukukumuzu değiştirdik, cumamızı, tatilimizi değiştirdik, tarihimizi, kültürümüzü değiştirdik, âdetlerimizi, kılık kıyafetimizi değiştirdik, kanunlarımızı değiştirdik, her şeyimizi değiştirdik bunlar hatırına. Ama bakıyoruz ki düzelmek, iyiye gitmek şöyle dursun battıkça battık, gömüldükçe gömüldük.
Öyleyse şimdi de sıra bizdedir. Artık söz söyleme sırası bize gelmiştir. Ümmet aklını başına aldı elhamdülillah. Biz de onlara diyeceğiz ki yok yok, yok artık sizi dinlemeyeceğiz. Artık sizin dediklerinize kulak vermeyeceğiz. Artık sizin akıntınıza, sizin kıblenize gitmeyeceğiz. Sizi kıble edinmeyeceğiz. Sizin yörüngenize girip, sizin gittiğiniz yere gitmeyeceğiz. Sizi dinleyip, sizin gibi pisliğe batmayacağız. Hayır, hayır, biz bizi hakka ve doğru yola çağıran kitabımızı ve peygamberimizin çağrısını dinleyeceğiz.
Günümüzde insanları kendi yollarına Ehl-i kitap çağırıyor, basın yayın çağırıyor, şeytanlar ve şeytanların uşakları olan herkes ve her şey insanları Allah yolundan başka yollara çağırıyor. Şeytan ve dostları kendi yollarına çağırıyorlar. Kendi anlayışlarına, kendi hayat tarzlarına, kendi kılık kıyafet anlayışlarına, kendi ekonomik anlayışlarına, kendi siyasal görüşlerine, kendi hukuklarına, kendi eğitimlerine, hâsılı herkes kendi dinine kulluğa çağırıyor.
Ama bilelim ki bu çağrıcıların çağrısı ancak şaşkın şaşkın yeryüzünde dolaşan insanlar üzerinde etkili olacaktır. Allah’ından, Rabbinden, Rabbinin kendi hayatını düzenlemek üzere gönderdiği kitabından ve Onun elçisinin hayatından habersiz yaşayan kimseler üzerinde ancak etkili olacaklardır bu çağırıcılar. Değilse yolunu bulmuş, dinini tanımış, kitabıyla tanışmış, peygamberiyle buluşmuş insanlar üzerinde kesinlikle etkili olamayacaktır bunlar. Bütün bu haktan başka, İslâm’dan başka yollara çağıran çağırıcılara de ki peygamberim:
“De ki: Hidayet Allah’ın hidayetidir. Yol Allah’ın yoludur. Ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”
Artık hak bellidir, hidayet bellidir, yol bellidir ve gerçek yol, gerçek hidayet Allah’ın hidayetidir. Doğrusu İslâm yoludur, doğrusu Allah yoludur, başkalarına ihtiyacımız yoktur. E peki bizim birtakım problemlerimiz var. Bizim birtakım sıkıntılarımız var, yeryüzünde yalnız yaşayamayız. Biz birilerine muhtacız. Ekonomik, siyasi, askeri problemlerimiz var. Bizim yol göstermeye ihtiyacımız var, bizim bir hidayete ihtiyacımız var. E şu andaki Yahudiler ve Hristiyanlar da dünyanın en büyük dev güçleridir. Ülkelerinin problemlerini halletmişler, sanayilerini kurmuşlar, teknolojilerini geliştirip insanlarını mutlu etmişler. Hikâye bunlar aslında. E biz ne yapalım? Kime gidelim? Kime müracaat edelim? Dersek bakın Müslümanlara diyor ki Rabbimiz:
Hidâyet istiyorsanız, hidayet Allah’ın hidayeti yol Allah’ın yoludur. Probleminiz varsa Allah’a havale edin! Allah’a yalvarın! Allah’a yakarın! Allah’ın âyetlerinin tarif ettiği bir hayata yöneliverdiniz mi bakacaksınız ki tüm problemleriniz kendiliğinden çözülmüştür. Tüm problemleriniz ama. Ekonomik, siyasi, içtimaî, askeri, eğitim, hukuk seçim geçim tüm dertleriniz bitecektir. Çünkü o zaman siz yenilmez ve yanılmaz olan Allah’la berabersiniz demektir.
Evet, yol Allah’ın yoludur, hidayet Allah’ın hidayetidir, sitem Allah’ın sistemidir ve biz: “Bizler âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”
Bizler âlemlerin Rabbine teslim olmakla, Müslüman olmakla emrolunduk. Âlemlerin Rabbine Müslüman olmakla emrolunduk. O âlemlerin içinde çok küçük bir dünyada ve o küçük dünyanın çok küçük bir şehrinde ve o şehrin de çok küçük bir odasının içinde kendisinin ilâh olduğunu, rab olduğunu ve insanlar üzerine kanun koyma ve egemenlik haklarına sahip olduğunu iddia eden ölümlü ve aciz bir varlığa teslim olup ona dua etmekle değil, âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk biz. İrademizi böyle bir varlığa teslim etmekle emrolunduk.
Müslümanın anlamı da budur zaten. Müslüman iradesini Allah’a teslim eden, Onun seçimini kendisi için seçim kabul eden, oylamasını Allah’tan yana, Allah’ın kanunlarından yana, Allah’ın arzularından yana kullanan kişidir. Hayatını Allah adına yaşamaya karar verip Allah’ın kendisi için tespit ettiği hayat programından razı olan kişiye Müslüman denir. Birini çarşıya gönderiyorsunuz ve bana bir kalem alıp gel, sen ne alırsan al ben ondan razıyım! Diyorsunuz ya, işte aynen bunun gibi, ya Rabbi benim ilmim kıttır, ben menfaatimi, hayrımı, şerrimi senin kadar bilemem. Sen benim için seç! Senin benim adıma seçtiğin hayat programından ben razıyım! Ben tümüyle irademi sana teslim etmişim diyen kişiye Müslüman denir. İşte irademizi kendisine teslim ettiğimiz âlemlerin Rabbi olan Allah’ımız da bizim için seçtiklerini peygamberi vasıtasıyla bize gönderdiği bu kitabında bildirmiştir.
İşte Allah’ın kitabına teslim olan ve onun istediği bir hayatı yaşayan kişiye Müslüman denir. Ben Allah’tan başkalarına asla irademi teslim etmem. Meselâ ben içinizden Mustafa’ya kesinlikle irademi teslim edip onun benim adıma aldığı kararlara gözü kapalı uymam. Neden? Çünkü o da benim gibi aciz, yaratılmış ve ölümlü bir varlıktır. Gün gelir aciz kalabilir, gün gelir benim problemlerimi çözemez, gün gelir ölüverir. Zaafları vardır Mustafa’nın, birilerinin tesiri altında kalabilir. Ama Allah öyle değildir. Allah mutlak güç ve kuvvet sahibi, her an benim problemlerimi çözecek, çağırdığım zaman telefonsuz, telgrafsız, aracısız her an beni işitebilen ve bana icabet edebilendir. Onun için bizler ona teslim olmakla emrolunduk.
Bu öyle bir teslimiyet ki hayatın her alanını içine alan bir teslimiyettir. Biraz ilerde Hz. İbrahim’i tanıyacağız. Burada da teslimiyeti İbrahim’le tanıyalım. Bakın Bakara sûresinde Rabbimiz şöyle buyurur:
“Hani ona Rabbi (benim emrime) teslim ol, buyurmuş; o da âlemlerin Rabbine teslim oldum, demişti.” (Bakara 131)
Rabbi İbrahim (a.s.)’a dedi ki; “Ey İbrahim teslim ol! Müslüman ol! İbrahim (a.s)dedi ki: “Ben Müslüman oldum. Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum. Ben kendimi, içimi dışımı, irademi, boynumdaki ipin ucunu âlemlerin Rabbine teslim ettim. Benim ondan başka bağlanacağım, ondan başka kendimi teslim edeceğim kimsem yoktur! diyordu. Zira Müslüman olmayan, Allah’a teslim olmayan kişi mutlaka bir başkasına teslim olmuş demektir. Çünkü insan mutlaka boynunda bir iple dünyaya gelmektedir. Yâni kulluğa müsait yaratılmaktadır ve mutlaka bir şeylere kulluk yapacaktır. Boynundaki doğuştan getirdiği kulluk ipini mutlaka birilerine teslim edecektir. Ama nefsine, ama şeytana, ama topluma, ama tâğutlara, ama âdetlere, törelere, ama modaya, ama ağasına patronuna bir şeylere kulluk yapacaktır.
Rabbine teslim olmaktan kaçanlar Rabbin kullarına, Rabbin yaratıklarına teslim olmak zorundadırlar. Başka çaresi yok o mutlaka birilerine kulluk yapmak zorundadır. İşte görüyoruz yağmurdan kaçarken insanlar doluya tutulmuşlardır. Allah’a kulluktan kaçan bu insanlardan kimileri toplumun kulu, kimileri modanın kulu, kimileri âdetlerin, törelerin kulu, kimileri toplumun kulu olmuşlar ve bunları razı edebilmek için bir ömür boyu çırpınıp durmaktadırlar.
Evet, teslim ol dedi Rabbi Hz. İbrahim’e, o da âlemlerin Rabbine teslim oldum dedi. Bu teslimiyet kişinin ruhuyla, bedeniyle, içiyle dışıyla, gecesiyle gündüzüyle, ailesiyle, toplumuyla, her şeyiyle bir teslimiyetti. Ruhu O’nun emrinde olmalıydı, içi ve dışı O’nun emrinde olmalıydı. Gecesinde ve gündüzünde söz sahibi O olmalıydı. Bedeninde O söz sahibi olmalıydı. Malı O’nun emrinde olmalıydı, çocukları konusunda O’nun sözü geçmeliydi, hanımı konusunda O’nun dediklerini dinlemeliydi. Teslimiyet budur işte.
Öyle bir teslimiyetti ki bu, ateşe atılırken bile Rabbinden başka birine teslim olmayıp güvenmemeliydi. Rabbinden başka sığınacak bir kucak aramamalıydı. Oğlunu kurban emrini alsa bile Rabbinden, yine O’na teslim olmalıydı. Rabbi ondan hanımını kucağında küçücük çoğuyla beraber susuz, yiyeceksiz çorak bir arazide terk etmesini istese bile, başkalarına değil Rabbinin emrine teslim olması gerekiyordu. Ve öylece yapmıştı, İbrahim (as). Öyle bir teslimiyet ki onun teslimiyeti hanımına da etkili oluyordu. Ondan bu teslimiyeti gören hanımı da onun gibi Allah’a teslim oluyordu. Var git ya İbrahim! Değil mi ki bu emri sana veren Rabbimizdir! O halde bizi hiç düşünme! O Rab beni ve oğlumu koruyacaktır diyordu. İbrahim’in teslimiyeti hanımını da teslim olmaya götürüyordu. Onun bu teslimiyeti oğlu İsmail’e de tesir ediyordu. Babasının Allah’a bu teslimiyetini gören İsmail de tıpkı onun gibi ona ve Allah’a teslimiyet gösteriyordu. İbrahim Rabbinin emrini yerine getirmek için kesmek üzere onu yere yatırınca: “Babacığım emrolunduğun şeyi çekinmeden yerine getir, inşallah beni sana ve Allah’ın emirlerine teslim olanlardan bulacaksın” diyordu. İbrahim’in teslimiyetini gören oğlu da aynen onun gibi Allah’a teslim oluyordu.
Öyleyse hanımlarından kendilerine teslimiyet isteyen insanlar, hanımlarından Allah’a teslimiyet isteyen insanlar buna çok dikkat etmek zorundasınız. Şunu hiçbir zaman unutmayın ki, siz Rabbinize ne kadar teslim iseniz, siz Rabbinizin emirlerine ne kadar teslimseniz bilesiniz ki hanımlarınız da size o kadar teslim olacaklardır. Bilesiniz ki hanımlarınız da Allah’ın emirlerine o kadar teslim olacaklardır. Bunu hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayın.
Ey çocuklarından kendilerine ve Allah’a teslimiyet isteyen insanlar şunu kesinlikle bilmelidirler ki kendileri Allah’a ne kadar teslimlerse onlar da o kadar teslim olacaklardır. Kendileri Allah’ın emirlerine teslim olmayanların hanımlarından, çocuklarından ve çevrelerinden itaat ve teslimiyet istemeye hakları yoktur. Evet, bizler işte böylece âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk ve:
Bize: “Namazı dosdoğru kılın, Allah’a karşı gelmekten sakının” diye emredildi. Toplanacağınız yer O’nun huzurudur.”
Evet, bu teslimiyetin biçimi de böyle olacakmış. Sadece O’na kulluk yapacak, namazı ikame ederek bedenimizde O’nu söz sahibi kabul edecek ve O’nun koruması altına girecek, sadece O’nu veli kabul edecek, O’nun adına bir hayat yaşayacak ve hayatımızın her anında O’nu dinleyecek bir teslimiyetle emrolunduk.
Rabbimizden bizlere emrolunanı tam bir teslimiyet halinde yerine getirmeli ve bu teslimiyet ile Rabbimize yönelen bir kul olmalıyız. Rabbimiz bizleri ona yönelen ve teslimiyetini ona yapan kullarından eylesin. Cumamızın hayrı ve bereketi üzerimize olsun. Selam ve dua ile…